İçeriğe geç

Teneffüs Sonrası Selam Yazısı

“Yazsana birader”, “niye yazmıyorsun?”, “yazıyorsun da yayınlamıyor musun?” ve ardı arkası gelmez sorulara en kolay cevap “bilgisayarım yok ortağım”dı. Bu çağda sığınılacak en komik bahane bu olsa gerek. Yazmak dediğin eylem bir kâğıt bir de kaleme bakar (mı?). Yazmak devrimci bir eylem değildir ve en çok da sıradanlaşmak bunaltır beni. Okumak ise esaslı bir devrimci eylemdir ve testiyi tekrar doldurmadan yola koyulamazsın. Yazdıkların okuduklarını kusmaktır nihayetinde, beyninin hazmettiklerini saklar, gerisini kusarsın. “O nasıl laf lan” derseniz eğer önce edebe davet ederim sizi. Bir seneyi aşkın süredir kus(a)mayışımı ve yazmanın niçin kusmak olduğunu anlattığım bu saçma, kısa, yarın unutulacak/unutulması elzem kelimeler yığınını okumak için “devamı”na tıklayabilirsiniz.

Bu memlekette yazmanın kusmak olduğunu idrak edişimin tarihi çok eskilere dayanmıyor. Eğer hakikaten sindirilmiş, hazmedilmiş şeyleri, zekânın elverdiği ölçüde yazacak olsak aforoz ediliriz. Dalga geçmiyorum, toplum bir cinnet halinde farkında değil misiniz? Yeniden tanımlanan günahlar/sevaplar, helaller/haramlar, yığınla tabu arasında düşünmek ve düşündüklerini paylaşmak için deli değil (delilik ne de güzeldir) ruh hastası olmak lazım. Düşündüğümü söylediğim ve sorguladığım için üniversite çağlarında çektiğim sıkıntıları şimdi daha iyi anlıyorum. Bir hayat planınız yoksa yani bütün yaptıklarınız sistemli, şahsi bir amaç uğruna değilse attığınız adımları çok sallamazsınız. O an sizin için doğru olanı yaparsınız, söylersiniz. Düşündüğünüz söylediğinizdir, söylediğiniz düşündüğünüz. Bir an gelir, “sen şu zamanda şunu söylemiştin” korosu girer devreye ve fark edersiniz ki çetele tutan birileri vardır ve size basıp yükselmeleri gerekmektedir. Aman ne gam! İnsanın miracı neydi sahi? Sonra sonra fark edersiniz ki sayıları o denli fazladır, o denli hiç gereği yokken canınız sıkılır, kusma evresine geçersiniz. Çünkü kusmazsanız bu sefer de beyniniz zehirlenir. Kafa ya üretecektir yahut da içinde tutacak fazlasını kusacaktır. Kusabilmesi için devrimci bir eyleme ihtiyacı vardır onun da: okumak.

Küçük bir çocukken annemin anlattığı bir olayda ilk tepkim “evet, anımsadım” olmuştu. Küçük bir çocuksanız ve kelime dağarcığınıza yeni kelimeler eklenmişse bu kelimeleri cümle içinde kullanmak için çok çabalarsınız ve fırsatları kaçırmazsınız. “Solcuların kelimesi o, hatırladım demelisin” demişti annem. Küçük bir çocuksanız ve kelimelerin bile ayrışabildiği bir toplumun farkında değilseniz “yapma anne, kelimeler bizim düşüncelerimizi aktarabilmek için varlar, ne cinsiyetleri ne de ideolojileri var” diyemezsiniz. Büyük bir çocuk olduğunuzda aslında annenizin de bir yerde haklı olduğunu fark edersiniz. Kelimeler o kadar oynaklaştırılmıştır ki; yazanın değil okuyanın yüklediği anlam ile ifade edilmeye başlanırsınız. Hırsızlık, yolsuzluk, kul hakkı, emek, alın teri, adam kayırma, torpil, dürüstlük ve daha binlerce kelime siz ne ifade etmeye çalışırsanız çalışın okuyana öğretilen değerler formatında anlam ifade eder. Foucault bile bizim toplumumuz özelinde bu şey-kelime meselesine çözüm bulamazdı. Eminim buna.

İşte kusmak da bu noktada devreye girer. Öyle şeyler kusmalısınızdır ki; yazdıklarınız okuyan binlerce kişinin Ali’nin ata baktığını ifade etmekten öteye geçmemelidir. Ali top atmalıdır, Ayşe topu tutmalıdır, Işık ılık süt içmeli, Oya okula koşmalıdır. Bunu yapamıyorsanız azar azar zehirlenmek, testiyi doldurmak, hele bu memlekette geceleri gözyaşı döküp ağlamak, gündüzleri en fazla duvarları yumruklamak gelir elinizden. En devrimci eyleminiz okumaktır, bir de ahlâklı yaşamak…

Bilal/ne/kadar /güzel/gemi

Yaz/Oğuz/yaz/…