İçeriğe geç

ANKARALI UZUN BIYIK AFRİKA’DA

Sıcak bir Afrika gününde yine aslanlar ceylanları kovalıyor, aralarında en zayıf olanı sürüden ustaca ayırmayı başardıktan sonrada yakalayıp afiyetle mideye indiriyordu. Kalan parçalar sırtlanların, tilkilerin ve akbabaların da kursaklarından geçtikten sonra, gözbebekleri ufak tefek kuşların gününü bayram ettikten sonra bir lokması dahi israf olmadan doğadan temizleniyordu.

Sıcak bir Afrika gününde ceylanlar aslanların saldırısına uğruyor, ceylanların en zayıfları sürüden ustaca koparılıyor ve aslanların keskin dişleri altında can veriyordu. Can verdikten sonra yaşananlar ise yukarıda anlatılandan farklı değildi. Afrika’da ceylanlar ölülerini gömmezler. Diriyken kaybettiklerinin öldükten sonra parçasını dahi bulamazlar. Ancak etleri aslanların, tilkilerin ve hatta ufak tefek kuşların vücutlarında proteine dönüştürülüp enerji olarak harcandıktan sonra oluşan dışkı ile toprakla buluşur.

Ve bütün bu yaşananlardan sonra Afrika çöllerinde huzur yükselir.

Bütün bunları israf üzerine kurulu insanların dünyasında anlamak zordur. Uzun Bıyık için de bir aslan olmasına rağmen anlamak zor oldu. Ne de olsa bundan bir gün önce Ankara’nın ortasında bir hayvanat bahçesinde insanlar dışında hiçbir canlıya temas etmemişti.

Uzun Bıyık gözlerini bu dünyaya açmıştı. İçinde bulunduğundan başka bir dünya ve hayat olduğunu aklının ucundan geçirmemişti. İlk anılarını biberonla kendisine süt veren bakıcısı soluk benizli insan oluşturuyordu. Zamanla soluk, sarı, çekik gözlü ve esmer insanlarla da tanıştı. Ama yine de hepsi insandı.

Sıradan gri bir Ankara sabahına uyandığında hazır gelen yemeğini afiyetle yedikten sonra sindirmeye çalışırken, bakıcısında alışkın olmadığı bir heyecan sezdi. Bu sezi onu tedirgin etmişti. Konuşmalardan anlayabiliyor olsa, hayvan haklarının ne olduğunu ve hayvanat bahçelerinin neden kapatıldığını belki anlayabilirdi. Tedirginlik yerini yavaş yavaş anlamsız bir uykuya bıraktı. Oysa yeni uyanmıştı ve uykusunu da almıştı. Göz kapaklarına daha fazla hükmedemedi ve kendisini 10*20 metre genişliğindeki kafesinde uykuya teslim etti.

Önce hafif bir esneme ve ardından gelen gerinme ihtiyacı duydu. O kadar uyumuş olmalıydı ki bütün kasları uyuşmuş, gözleri şişmişti. Açmakta zorlandı. Güneş de bu zorluğu artırıyordu. Oysa etraftaki ağaçlar ve çatı yüzünden kafesine çok da güneş gelmezdi. Sonra kafesin soğuk betonu yerine altında yumuşak ve sıcak toprağı hissetti. Gözlerini artık açmalıydı.

Karşısında sarı bir toprak, tek tük etrafa serpilmiş ağaçlar, gökyüzünde asılı duran ve bakamadığı bir güneş duruyordu. Kafesin demirlerini görememenin verdiği tedirginlikle irkildi. Uyku halinin devam ettiğini düşündü ilk önce. Sonra ölüm geldi aklına. Ama kendisini daha fazla ısırmasının anlamı yoktu. Uykuda değildi. Ölmemişti de.

Bakıcısı ona kafes dışında böyle bir hayat da bulunduğunu anlatsaydı anlam veremezdi. Anlam verememesinin nedeni de Türkçe bilmiyor olması olurdu. Ama taşınma zamanları uzaktan uzağa gördüğü aslanlar anlatsa yine anlam veremezdi. Derhal hayvanat bahçesindeki veterinere muayene olmasını, perhizine dikkat etmesini veya hacamat filan yaptırmasını söylerdi.

Uzun Bıyık ölmemişti ama hayatı film şeridi gibi gözünün önünden geçti. Zaten hemen hemen bütün film bir kafesin içinde aynı sahnede oynuyordu. Silkindi ve ayağa kalktı. Tedirgin adımlarla sıcak ve yumuşak toprağın üzerinde yürüdü. Aynı yöne en geç 30 adım attığında kafesin demirlerine çarpmaya alışkındı. İlk günler çok uğraşmış ve gerçekten de her seferinde demirlere takılmıştı. Yine 30 adım attı. 30 adım sonra kafesin demirlerine çarpmadı. Korkarak bir adım daha attı. Sonra adımları sıklaştırdı ve hatta koşmaya başladı. Koştu koştu. Kanında biriken laktik asit, kaslarında yorgunluk ve kalbindeki çarpıntı daha fazla koşmasına engel olmaya başladı. Yürüdü, süründü, nasıl bir kafese koydularsa ulaşamadı.

Tek gördüğü uzaklarda gökyüzü ile sıcak ve yumuşak toprağı ayıran ince çizgiyle birlikte yavaş yavaş bu çizgiye yaklaşan ve eski parlaklığını kaybeden güneşti. Sonra olan oldu.

Enerjisi bitti, gün bitti, güneş battı, oysa Uzun Bıyık çizgiye bir adım dahi yaklaşamadı.